Tuesday, August 29, 2006
...
ben okuldan nefret ederek büyüdüğüm için her zil çalışı kurtuluşa giden yoldu beim için, okulu sevmedim ben,çok zeki olduğumdan olsa gerek, dersler de çok sıkıcı gelirdi, 7 24 seven elevenler gibi, atmler gibi, hastane acilleri gibi, tekel büfeler gibi, hiç kapanmadan oyun oynamak isterdim, hatta ailem belki endişe ediyordu bu çocuk ya kötü yola düşer ya da apta olur diye, ama ben kötü yola düşmedim hiçbir zaman:))
Wednesday, August 16, 2006
aynı gece içinde 3 dinleniş 3 serzeniş 3 susuş ve sonuç 3 ayrı dokunuş...
Kötü bir akşam, aslında kötü bir günün devrettiği bir karanlık, arıyorsun yine, ne tuhaf... benim anladığım senin görmediğin bir derinlik var, benim derinliğim... arkaşlığıma ve dostluğuma ve kayıp olacak bana duyduğun üzüntüden bahsediyorsun, ama bir kaçak var burada benim duygu kaçağım senin anlam karmaşan ya da kaçağın... biz uzun ya da kısa bir arkadaşığın sonucu deildik. Soru işaretlerimizi ikimize ve yaşanmışlıklarımıza dair, bir biçimde cevaplara dönüştürmeye karar vermiş ve tanışmamızdan az bir süre sonra başlatmıştık adına ilişki dediğimiz bu kördüğümü.
HAtırlıyorum dediklerini " kokma, belki sen taşıyamayacaksın belki de ben, ama bilemeyiz....", geldiğimiz zamanda gördüğüm, taşınamayacak bir ağırlıktan söz edilemez ama yorulan sen oldun... biten heyecanların üzerine aldığın bir kararla dondurdun zamanı.
Bugün (17.08.06),
malum son konuşma, aradın, yaralandım...Ben arkadaş olamam, arkadaş ve dost olmak için yarım kalmışlıkları gözardı edemem.. Tüketemediğim bir şeyi öyle varsayıp seni hayatımda varedemem, eksik bir ilişkiyi diriltip, minik bir hareketle (mutasyona uğratıp) yaşatamam.... kaybetmek istemediğin dostlukla ilgili bir emek harcamamışken ben seni bende başkabir isimle varedemem...!
saat 02:00
Dikmen Şarabı, senin o herhangibir tarihte getirdiğin, içilmemiş ve birlikte içilmek üzere saklanmış -kırmızı (senin adından öte adın gibi al)... artık sen olmadığın için tek başına içilip, takvimini dolduran ilişkinin izlerini bir biçimde silmek adına açıyorum, bugünçinmiş... silemediğim mesajların da bugün için saklanmışlar, içtiğim her yudumda bir mesajını gönderiyorum hiçliklerime... baktığım son şişenin dibi oluyor, söyle bakalım nasıl bir arkadaşlık olabilir benden sana...
saat 04:00
artık herşey bir sonu netleştiriyor, şarap bitti, yazdıkların şarabı gömdüğüm yerdeler artık...
zor oldu, yaşamadığın ve bilemeyeceğin kadar zor, takvimi donduran sen oldun, bir ilişkinin bittiğine işaret eden...
yaşlarsa benim ve bana ait ne zaman istersem o zaman kurutacağım...
emin ol ki senin için zor olanın bende bir karşılığı yok, zor adına yakışır olmalı deil mi?
hissettiklerim benim için tehlikeli belki de, bana düşen basit ama acıtan bir "hoşçakal" dillendirişi...
boğulmakla nefessiz kalmak
boğulmakla, nefessiz kalmak arası bir hal bu ayrılış, konuşmak istemek ama düğümlenenlerle başedememek, nedir boğulmakla nefessiz kalmaya sebep... basit ama o basitlik kendi içinde parçalanıyor ve o her parça aynı anda bogazdan geçip bir an önce sindirilmeyi bekleyen zehirden de acı, zor ki ne zor... sevmekle sevmemek arası her gidiş geliş, her soru, dibine gömülmek oluyormuş şimdi şimdi anlıyorum, ayrıılk sevdaya dahil mi bilmiyorum ki dahilse de bu sanırım karşılıklı olmuyor. Bir taraf için cevap hep evetken diğeri için kocaman bir boşluk oluyormuş... özlemek bir tarafın, bir ilişkiden kalan bedeli gibi, hesabıma bu düşüyor. Bir ayrılığın bu kadar üzebileceğini düşünmezken, su başımı aşmış, boğulduğum su kendi gözyaşlarım oluyor. Teselliler hep birbirinin aynı, geçecek, üzülme, ama aslında tüm canlıoğlu için sonuç aynı, hüzünün dili evrensel ve ağlamak her dilde ortak...
biten heyecanlar...
Son bir kez sarılıp uyur ve uyanıklık arası geçen bir saat, bir ilişki takvimini doldurduğuna işaret ederken, kalan teselli oluyor, madem bitiyorsa ve takvimler sonu işaretdiyorsa son sarılış belki de bi teselli ya da ... uzun ve uzun sarılış,
şimdi hatırlıyorum işte, zamanla unutacağıma verdiğim sözle.. özlemek ne zaman geçer ya da ne zaman biter bilmyorum, bildiğim zaman, acı ve yorgunum...
...03:39...şarap... sen ve hiçlik üzerine ARİF!!!
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini..
Thursday, August 10, 2006
köprü, yol, mesafe ve uçurum
ne çok yol var, köprüler uzun yolların tesellisi gibi, bir köprüyü geçince kalanların hesabından bir teselli çıkar,uzak dediğin bu köprüyle kısalır.benim ona onun bana köprüleri var, ben sevmeye başladım bu yolculuğu,özgürlük olmasa da adının anlamı, kırmızı özgürleşmeye gebe değil mi... (şubat 2006)...
köprüleri geçtik, bizi yaklaştıran (yaklaştırdığını düşündüğüm) yollar, büyük bir uçurum olmuştu, bizi bizden uzaklaştıran, ben köprüleri geçtim ama benim her geçişim sana eklenen mesafelere dönüştü, benim eksilttiğim o yollar sende çoğaldı, tam yaklaştım derken bir adımımda farkettim o uçurumu, uzun yolların tesellisi olduğuna inandığım köprülerse çoktan yıkılmışlar... bir köprüyü geçince kalanların hesabından matematik sınıfta kalıyor, artık hesap yok, sen ... ben ...
(Ağustos 2006)
h ş ç k l