Monday, January 30, 2006

129 bt (kısa yol hikayasi 1)

bilmem hiç düşündünüz mü insanlar en çok ne zaman nefret eder birbirinden, tahammül eşikleri ne zaman daralır ve hatta kapanır en çok, kavga bağrışma, ağızdan çıkıp kendine yer bulmaya çalışan ve bir yer bulamadığı için havada asılı kalan ağır ve aksak küfürler... sinirden köpüren ağızlar, herkeste bir arıza, herkes bir sara nöbetinde ve herkes kara kışta yerleşim yerlerine yiyecek bulmaya inen azılı kurt sürüsü gibi, vahşi, sevimsiz ve üstelik sabah sabah...
en ön sıraladan, boşalan koltuklara yerleşme heyecanıyla arkasında binlerce yaralı bırakan, tam oturmak için davranacakken gözüne kestirdiği yeri başkasına kaptıran ve o vakitten sonra yerini kapan adamla ilgili yol boyunca komplo teorileri üreten ve hatta bununla kalmayıp binbir türlü hallerle taciz eden...
ne zaman?
nerde?
nerdeler?
nerdeyiz?
....

Saturday, January 28, 2006

o nun gözleri...

çok özlüyorum
bir çift göz, 7 yıllık muhabbet
ben bir çift gözü 7 yıldır tanıyorum
7 yıldır keşifteyim
en sonunda buldum
çizgi film kahramanı gözleri
masum, ışıltılı ve muzur
zaman zaman kocaman olan
zaman zaman küçücük kalan
anlayan bir kadın
bilmeyen bir kız çocuğu
zaman zamn kızan
zaman zaman tek bir bakışla içine sızan
çok zaman seven
ve her zaman yanımda olacak olan
adından gelen bir keramet
ışığına giden....


merak ediyordun ya işte bu ve bundan daha fazlasısın kelimelerimi kaybettim, yoksa yazcak çok şey var...

Friday, January 20, 2006

köprüler uzun yolların kısa adı

ne çok yol var, köprüler uzun yolların tesellisi gibi,
bir köprüyü geçince kalanların hesabından bir teselli çıkar,
uzak dediğin bu köprüyle kısalır.
benim ona onun bana köprüleri var,
ben sevmeye başladım bu yolculuğu,
özgürlük olmasa da adının anlamı, kırmızı özgürleşmeye gebe değil mi...

Wednesday, January 18, 2006

karanfiller ve bombalar

karanfiller kimin için bombalar kimin... bugünlerde duyduğum haberler yüzünden gözlerim görmemeye kulaklarım işitmemeye başladı... o kadar kirlendi ki herşey, daha eski pisliklerden arınmadan bir yenisi daha eklendi.

kattillerini karanfille karşılayan bir toplumun
aciz kalan sesiyim artık.
kanlı tarihin, kanlı elleri her yerimize sürünüyor.
kanlı ellere verilen ödül ise kan kırmızı karanfiller
öldürülenler bir daha ölüyorlar
oysa ölmez derler ölenler.
umudun seyri değişti...
Kanlı eller umut ediyor ve
umut bu kan zemininin üstünde yeşeriyor.
umudun rengi değişiyor.
duyargalarını çoktan yitirmiş bir toplum ise
duymuyor, görmüyor, işitmiyor ne acı...
ne acı ki söz bitiyor...
ve bir yerde umut tükenince içe dökülüyor göz yaşları ve tesellisi olmuyor artık geçmiş günlerin, seyre devam...
karanfillerle karşılıyoruz sizi katli vacibler,
tarih birden gözyaşlarını siliyor ve yeni bir sayfadan başlıyor geri sayıma, yazmak yazmak yazmak istiyorum iki el boğazımda boğulduğumu hissediyorum.
satılık umutlar ülkesine hoşgeldiniz,
ben artık karanfilleri sevmiyorum
ve tereddüt etmekten alamıyorum kendimi
karanfiller kimin için bombalar kimin
bombalayanlar için karanfil...?!




Not: daha acıydı yazdığım ilk yazı, tam yükleyecekken bağlantım koptu... daha keskindi ilk yazım birileri sesimi duymak istemiyor sanırım...

yaşamamız dileğiyle

Hayır'lara evet'lerle direten çirkini öptüren güzeli sevdiren askı,sevgiyle degil kendinle yorumla kim ki kendini acıga komaktan korkmaz o saygın bir insandır.herkes kendi yorumunun celladıdır biraz da...
Her aşk kendine sorumludur ama elbette her ask yalnızca kendine sorumlu olunca ask da ölür.... a.g.
yaşıyorum, bunu bana yazanı umud etmeye çalışarak.

Thursday, January 12, 2006

şşşşşhhhhşşşşşş

ben konuşmayı seçtim sen susmuşken, şimdi ben susuyorum ... konuş benimle ve anlat, iyiyim gördün işte iyi olduğun gibi iyi, anlatsan sabaha kadar dinlerim de sen anlatacaklarından yoksunsun ve o kadar yoksun ki... gördüklerim yalandan ibaret...sen susarsan benden sana bir armağan olsun

kalbim dedim sonra, aşk da
bozkırdaki yangınlar misali
yeşerse de arsız otlar yeniden
ne dağların eflatun ufku ne de
kırlangıçların esmerliği görülür.

ki her ömrün ezberindedir
bu hecenin bütün harfleri
eprimiş kalıyor geride
bir de ceylanların ürkek
sıçrayışları tetik boşluğunda

ve unutuluyor işte bu kadar
çok sevilmişse sevilenin adı

A.T

ne bileyim öyle işte

Bir yolculuktayım şimdi, Beşiktaştan haraketle esenler güzergahı, ne çok yol ne çok trafik... Öyle çok hatırladım ki öyle çok unutmadıklarımı, ne çok özledim, bir düğümleniş düğümlendi boğazıma tıkandım, kalabalık servis aracı durmam gerekiyordu durdum...
Ne çok anı ne çok özlem getirirmiş anladım, ne çok özlem biriktirecekmişim haberim olmadan... Bir gün hayatıma giren herkesin çıkacaını ve o göç mevsimi başladığında sıcak ülkelere öbek öbek göçeceğimizi hatırladım. Ne çok hasret kalacakmış 9 yıldan bu yana.

Sunday, January 08, 2006

muassır medeniyetler seviyesi....

Bu seviyenin gerçek anlamda ben de dahil olmak üzere anlaşıldığını düşünmemekle beraber anlaşılanın da dudak uçuklatacak boyutlarda pratik zararlarını görmekteyim.
Şimdi baktığımda gördüğüm manzaralar şüphelere gark ediyor beni... Çağdaşlaşma sürecini yaşama biçimlerimize ve yüksek çıtalı standartlarımıza yansıttığımızda görülen o ki o muassır medeniyetlerin ölçütü anladıklarımsa epey bir yol katetmiş olduğumuzu hissediyorum Giyim kuşam ve barınılan (herşey, bar, kafe, pastane ev vs vs vs) mekanlar itibariyle ''off'' dedirtecek türden hayatlara tanıklık edebiliyorum ama gelin görün ki alışkanlıklara gelince sınıfta kaldığımızın resmidir ki bunlara alışkanlık demek ne derece doğru bilemiyorum. çünkü alışkanlık olamayacak kadar kötü...




ucu açık ve kocaman bir boşluk aklınıza gelebilecek hertür durum girebiliyor içine. Sonuç itibariyle yorum ve takdir sizlerin...

Tuesday, January 03, 2006

dilek


Yeni sene ne getirir bilinmez ama hiçbirşey götürmemesi dileğimdir herkes için.

Monday, January 02, 2006

Sadece Susarak Özlemek?

Sözcüklerim varmıyor uzaklarına
Birer birer düşüyor bütün öpmelerin
Ağır yenilgiler alarak
Adresinde yokluğunu kıyamet bilerik
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan ne garip
Sadece susarak özlüyorum seni
Dokunsan dersim olur göçerim mecburen
Duydum çok sonradan adın önemli değil
Acılar aynı tadı veriyor zaten....

Adının adresinin yaşadığının hiçbir önemi yok, öyle ya da böyle yaşıyorsun zaten... Gittiğinin acısı da hiçbirşey yaşadığımın yanında... Nerede olduğun ne yaptığın nasıl hissettiğin, hiçbir anlamı yok. Ben senin benim ve ikimiz için bir sürü duyguyu eskittim. Bütn kombinasyonlarını yaşadım.. senli ve sensiz...
Sadece susarak özlemek ne garip seni...
İsimsizler ülkesi atlasından gördüğüm bir deniz ülkesindendin. Sular diyarından geliyordun, sıcak, derin, dipsiz, uçsuz bucaksız bir anlam yükleyişim de o yüzdendir. Derin olup olmamanın bir önemi yoktu, benim için vardın vardı ve öyleydi, birşey değiştirmiyor anlayacağın, susarak özlemekle bağırarak özleme arasındaki gürültü farkıydı sadece bu yüzden susmayı seçtim...

Bekleme Salonu

Bir aşkın bekleme salonundan buyur edilmeyişinin canlı tanığıydım... Herkesi kapsayan bir beni dışarıda bırakan bir yanılsamanın sonucuydum. Her aşk bir yalnızlığı büyütür aslında sonradan öğrendim, iki kişilik olabileceği teorisinden tek kişilik bir düş yaratmıştım, benim düşüm...
olmayana özlem, olmayana acı olmayana bir hiçleniş...