Saturday, December 30, 2006

para? ne ki unuttum

yeni bir yıla giriyoruz, annem hep dua ederdi allam herkese ver bize de ver, ben de dua ediyom, allam herkese ver de bize daha çok verr.
sayısaldan para çıksa diye ümit ederdim ama ben sayısal oynamadım, yeni yıl ikramiyesi bize çıksa diyom ama biletim yok...
para? ne ki unuttum:)))
çok acıklı bir post oldu ama yoooooo, acinin rüzgarı mı bu? hayır artık incinmiyorum, pandispanyanın arasına krema sürülünce, oluyo öyle mi, iç haberimiz yokkkkk!!!!

Tuesday, December 26, 2006

tayinimiz çıksa yine keşke...

Babam yine ''koca müdür'' olsa, emekli olmasa mesela, ya da ben o eski kusmuklu kız olsam bkz: ve babamın her 3 yılda bir tayini çıksa, yine gitsek adını haritalardan bulduğumuz o kasabalara, babam hep memleket dolaylarına tayin istese ama onlar vermeseler, memleketimin atlasında yeni yerler keşfetsek, yine gitsek alışsak ve yine sürseler bizi, evimiz sırtımızda anılarımız cebimizde yaşasak, her gözü yaşlı ayrılıkta olduğu gibi telefonlar kaydedilse, adresler alınsa, yazılacaklarına olan ümitle hep bu devam etse ve aslında gönderilmeyen bir sürü mektup olsa, hafızama kaydettiiğim. ben hastalansam, beni, ellerinde pastayla ziyarete gelen, küçük arkadaşlarım, şirin tarafından 1'er (o,5lt'lik) bardak su ile geri püskürtülse... babam bana yine matematik kitapları alsa ve beni çalıştırsa, sayılara olan küslüğümü bile bile... ben babamı çıldırtsam... gittiğimiz yerlerde aman ne masum bir çocuk demelerine inat içten içe haytalık yapsam, sabah namazıyla evden çıksam akşam ezanıyla girmesem, beş vakit oyun oynasam... Sonra büyüsem, '' aaa ben kızmışım'' demeeme kanıt oluşturacak yeni yetme memelerimi saklamaya çalışsam. O'nun da beni sevdiğini öğrendiğim günkü gibi aynaya baksam, başıboş uzamış saçlarımı toplasam, (gözlerim iyice çekilse) O'nun beni evden almaya gelmelerine eşlik edip okula kadar tek kelime kouşmadan yürüsek. Babam, her sabah bir ayyin edasıyla kutsal bir görev gibi tekrarladığı (bak şu bebelerin güzelliğine , kaşı destan gözü destan elleri kan içinde) şiiri okusa, H. Hüseyini tanısam, bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım dese, a. Behramoğlunu tanısam, Nazımı, C. S Tarancıyı ve daha bir çoklarını tanısam ve sevsem, babam koksa, yine tüm şiirler...
Her aşk bir ayrılık gizlermiş, bunu daha sonra anladım, o zamanlar bu aşkın sonu evliliğe gider sanıp, küçük kadın olma hevesine eşlik ederken duygularım, ne gam, şimdi evliliklerden kaçıp, büyümüş kadın olmaya korkuyorum.

Wednesday, December 20, 2006

.... .....


O kadar da onemli degildir birakip gitmeler,
arkalarinda doldurulmasi mumkun olmayan bosluklar birakilmasaydi eger.

Dayanilmasi o kadar da zor degildir,
buyuk ayriliklar bile, en guzel yerde baslatilsaydi eger.

Utanilacak bir sey degildir aglamak,
yurekten suzulup geliyorsa gozyasi eger.

Yuz kizartici bir suc degildir hirsizlik,
Calinan birinin kalbiyse eger.

Korkulacak bir yani yoktur asklarin,
insan butun derilerden soyunabilseydi eger.

O kadar da yurek burkmazdi alisilmis bir ses,
hicbir zaman duyulmasaydi eger.

Daha cabuk unuturdu belki su sizdirmayan sarilmalar,
kara sevdayla sarip sarmalanmasalardi eger.

Belirsizlige yelken acardi iri ela gozler zamanla,
Oylesine delice bakmasalardi eger.

Cabuk unutulurdu islak bir opucugun yakici tadi belki de,
kalp, gogus kafesine o kadar yuklenmeseydi eger.

Yerini baska seyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylasilmasaydi eger.

Duslere bile kar yagmazdi hicbir zaman,
meydan savaslarinda korkular, aski agir yaralamasaydi eger.

Su gibi akip gecerdi hic gecmeyecekmis gibi duran zaman,
beklemeye degecek olan gelecekse sonunda eger.

O buyuk, o gorkemli son, olum bile anlamini yitirirdi,
yasanilasi her sey yasanmis olsaydi eger.

O kadar da cekilmez olmazdi yalnizliklar,
son umut isigi da sonmemis olsaydi eger.

Bu kadar da isitmazdi belki de bahar gunesleri,
her kaybedisin ardindan hayat yeniden baslamasaydi eger.

Kahvaltidan da once sigaraya sarilmak sart olmazdi belki de,
dev bir ozlem dalgasi meydan okumasaydi eger.

Anilarda kalirdi belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eger.

Uykusuzluklar yikip gecmezdi, kisacik kestirmelerin ardindan,
dokunulasi ipekten bir o kadar uzakta olmasaydi eger.

Issiz bir yuva bile cennete donusebilirdi belki de,
sicak bir gulusle isitilsaydi eger.

Yoksul dusmezdi yillanmis sarap tadindaki siirler boylesine,
kulagina okunacak biri olsaydi eger.

Inanmak mumkun olmazdi her askin bagrinda bir ayrilik gizlendigine
belki de, kartvizitinde "onca ayriligin birinci dereceden failidir"
denmeseydi eger.

Gercekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payini almasaydi eger.

Issizliga teslim olmazdi sahiller, kendi belirsiz sahillerinde amacsiz
gezintilerle avunmaya kalkmamis olsaydin eger.

Sen gittikten sonra yalniz kalacagim.
Yalniz kalmaktan korkmuyorum da, ya canim ellerini tutmak isterse...
Evet Sevgili,
Kim ozlerdi avuc iclerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince
parmaklarina, mazilerinde gorkemli bir yasanmisliga taniklik etmis
olmasalardi eger!!

CAN YÜCEL!!!

Monday, November 27, 2006

ben aynaya baktım


ben aynaya baktım, kendime konuştum, sözcükler duman oldu çıktı yerlerinden karşısındakine doğru uzandı ve karşımdaki bende yerini buldu, kulaklarım yandı sonra, sonra................

Wednesday, November 22, 2006

gün batarken uyumayın!!!

bugün bu vakitlerdi işte, o gün gibi değildi, o gün gibi sevimli...
diyordum ya bugün bu vakitlerdi, kapı kapandı, bir kaç adım sesi, merdivenlerden iki tıkırtı, kapı kapandı, kapı kolu kan... içerde 3 lü koltuk başucunda sıralı kırlentler (böyleydi adı yanılmıyorsam) topladım kumada telefon ne varsa üstüme çektim bir battaniye açtım müziği ve kaldımuyuya, ara ara açıldı gözlerim, bir irkilme "yalnızım", boğazımı gıdıklayan bir hüzün hamlesi, tekrar daldım uykuya kapı sesine uyandım, koştum, açtım, ayılmaya çalıştım öte yandan... güneş batarken uyumak fena yapıyor insanı, sersemliyorsun bir yandan bir yandan bütün gece üstüne yapışan bir ağlama duygusu ve "yalnızım" histerisi... hal böyle olunca fikret kızılok'un yetişiyor imdada ve bulunuyor aranan kan taze acı damarlara.
GİDİYORSUn
Gidiyorsun
beni bana bırakıp
ayrılığa katlanıp
gidiyorsun
sen de benim gibi
ayrılığa katlanıp
artık bir derin sızıdır
bize bizden kalan
içimizde saklanan
artık bir ömür boyudur
seni bana çağıran
kalbimin kuytusunda
gece yarıları
sokak lambaları
penceremde meraklı rüzgar
okul çocukları pür telaş insanlar
hiç bir şey olmamış gibi
oysa içimden kopan bir sen değilsin
umutlarım anılarım inançlarım var
kendime gülümseyen bir halim olsa da
için için akan gözyaşlarım var
öyle buyurmuş fikret kızılok ne denir... sadece dinlenir.

Hala Aşk Var mı?

çöpü kalmış elma masal
bu toklukta adem n'apar
Esir olmuş televizyon bakar

Külü kalmış ateş masal
akıl vermiş neye yarar
Hapı yutup rüyaya dalar

Bir melek, bir şehir, bir dünya var mı
Bir insan, bir güzel, hala aşk var mı?

gözü döner, adam asar
sonra marsta hayat arar
Canlı yayında şeytanlar


Bir melek, bir şehir, bir dünya var mı
Bir insan, bir güzel, hala aşk var mı?

redd'den red

Tuesday, November 07, 2006

S T N B L . . .

İstanbul bugün yorgun, soğuğun ardından gelen bir rehavet, ne ısınıyor ne de çok bildik bir soğuk.
İstanbul aylak serseri, bir telaşı var ama telaşın arkasından gelen herşey aslında bir HİÇ...
bugün ne istediğini bilmiyor ve diğer günlerden hiçbir farkı yok BİLMİYOR...
Bir pazardı ve her pazar gibiydi ama İstanbul için syılamayan zamanlar gibi sanki, cumartesi tatil ve yine sayılamayan günlerde olduğu gibi biraz var ve yok...
İstanbul uykulu, gözleri şiş, hiç uyumamış ya da hiç uyanmamış gibi...
Bugün dünü yarın bugünü özlüyor, biraz sarhoş, biraz berduş... Kendi sokaklarından korkuyor, yürümeyi unutmuş, keşke herşey bu kadar çabuk ve hissiz unutulabilse..

İ s t a n b u l . . . . .

Bugün sızılı bir kadındı istanbul, neresinden bakarsan bak gözleri taşan bir bulut kümesi, neresinden bakarsan bak bir sis dumanı altında, efkarını öğütüyor gibi..
Bir küfür gibi patlıyor deniz, fırtına eşliğinde ve hıncını alıyor istanbul, taşından toprağından... İstanbul bugün korkulu bir rüyadan uyanmış gibi, birşeylerden kaçıyor ve kaçtığı herneyse ona koşuyor gibi.
İstanbul bugün aldatılmış milyonlarca sesi kusuyor gibi.. Aldatılış ağır bir hırka, her elini uzattığında gömüyor derinliğine.. İstanbul bu mevsime yabancı ve üşüyor gibi...

Friday, October 20, 2006

yanılsamalardan yanılsama seç...

yanılsamalardan yanılsama seç, bunu ona giydir, bir süre beklet, (bekletirken hiçbişey yapma, sadece dur, sana yapılanlardan beslen, egonu şişir) sonra siktirol git... elimize kalanlar...
ya da
yanılsamalardan yanılsama seç, bu ona olur mu bir bak, olmazsa oldur, daralt ya da bolalt, sonra o elbiseyle hareket etmesini bekle, patladığı yerde, neden patladığını düşünmeden, sormadan ve anlamadan siktirolgit
ya da
aslında seçme ve seçilme hakkın yok ya sen iyimisi yaklaşma sktrlgt

Tuesday, October 10, 2006

gönül yarası (nos-tal-ji)

Etek sarı sen etekten sarısın
Kurban olam beydağının karısın
Sordum sual ettim kimin yarısın
Ben sormadan dolu gibi döküyü
Bir köynek diktirdim kolu düğmeli
Herkes kaderine boyun eğmeli
Deli gönlüm çirkine bel bağlama
Sevdiğin yar Malatya'yı değmeli
Bir köynek diktirdim hasa bezinden
Alem düşman oldu senin yüzünden
Eğer gurbet ele gider dönersem
Ahdım vardır öpeceğim yüzünden

Monday, October 09, 2006

bir çığlık attım.....


Bir ağırlık var başımda, içeme akan çığlıklar üstüme yapıştı ... ben bir çığladım!!!
1. çığlık: hatırladıklarım
2. çığlık unutmayacakalrımm
3. çığlık yaşa-yama-dıklarım
4. çığlık yok lu ğa..
dün akşam bir uykudan uyandım,
1. çığlık anlattım
2. çığlık dinledi
3. çığlık söyledi
4. çığlık biitirdii
ben çığlıklarımı topladım, ateşte ısıttım, bir kaba döktüm ve o kapta dondurdum, zaman dondu, takvim bitti. artık aylar ne çeker bilmiyorum, benim takvimimin ayları günleri yılları yok, zamanı kendi kabında boğdum.
1. sonuç özlemek
2.sonuç gizlemek
3. sonuç ............. uzayıp giden bir boşlukkkk

Sunday, October 08, 2006

SOLUK SOLUĞA 2

Büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu yollara ancak Onlar ki dünyanın son umudu soyları tükenen birer çılgındırlar Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında Ölümle alay ederler sanki Nerde beklenirse ordaydılar bir kez bile gecikmediler ömür boyu Neydi onları ordan oraya savurup duran şey Onları daima yalnız kılan neydi bu yaşam denilen gürültüde Her dilden bir adları vardı onların ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar Sarışındılar belki de esmer yani birçok yüzün bileşkesi Ne altın arayıcısıydılar ne de aylak bir gezgin Vurulup düşseler de her kuşatmada serüvencidir onlar ve hiç ölmezler Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa Bulurlar heder olmanın bir yolunu Onlar ki bu dünyada kahraman olmaya mahkumdurlar Sislenen anılar kaldı bize onlardan renkleri bozulup duran solgun anılar Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi vurulup düştükçe ışığını karartan O serüvenlerin günlüğü tutulmadı yazılmadı o insanların destan şiiri Parça parça ettirilseler bir kartala (ki sanırım böyle oldu sonları) Fışkırır yüreklerinden başarısız ihtilallerin yangınları (a. Telli)

SOLUK SOLUĞA 1

  • Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine Korkular geçiren o kız nerededir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen O liseli kız hangi kentte kaldı Ve o sarışın O afeti devran bekler mi hala Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını Üşüten bir acıydı belki her ayrılık Her yolculuk yangınların başladığı yereydi Ama vakti olmadı hesabını tutmaya Aşkların, ayrılıkların ve acıların İstese de kalamazdı vakti gelince Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda Yürek burkulması ve hüzün ve keder Aralıksız doldururdu acıların bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman Bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler Biraz da serüvendi yaşamak Belki yatkındı büyük yolculuklara Ki serüvenler daima büyük aşklar Ve büyük yolculuklarla başlar Anıları aşkları ve bir kenti Bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar Hangi saatinde olursa günün Ve hep kar yağardı nedense Durmadan kar yağardı yol boyunca Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün Kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun Ne zaman yollara düşse biterdi acılar Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından Kavaklarsa oynak bir çingene kızı Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz Ölümdür biraz hep aynı yatakta Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz Soluk soluğa yaşamalı insan Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli Ve cehenneme dönse de bir ömür Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre Ölüme ve aşka durmadan kement atan Serüvenlerle geçsin yaşamak Buz tutmuş bir dünya ortasında Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla Önünde dağlar, uçurumlar Sarsılan gök, yarılan toprak Çelik uğultularla burgaçlanırken Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu Ve her nasılsa keklik sekişli Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa Ne kalmışsa bir önceki serüvenden Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde Pervasız bir acemi, bir çılgın Soyu tükenen bir bilgeydi belki de... O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi Pervasız severdi sevince Dövüşmek ancak ona yakışırdı Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar Yoktu bağlandığı herhangi bir şey Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından Ne bilir ömrün değerini bir çılgın Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir Ve başarısız eylemler çağında o Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten Yerleşik yargıları olmadı hiç Kurmadı güzel gelecek düşleri Nerede bir yangın, nerede tehlike O mutlaka oradaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki Ama bağlanmazdı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi Ayrıntıların izi kalmamış artık Üst üste yaşanmakta ayrılıklar Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir Dağların, denizlerin üzerinden Geride kalan ne varsa soluktur şimdi Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir O eski konaklar gibidir anılar Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman Belki sağanak boşanır apansız Yüzyıllık bir yağmur başlar Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar Yok olup gider her şey, belki kül olur Hırçın bir okyanustur yürek Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni Anılarsa birer çıban izidir Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü Bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmana atlar gibi soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahin gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de serüvenlere pervasız bir acemi soyu tükenen bir bilgeydi belki de Ama bir şey vardı yine de Başarısız ihtilallerden kendine kalan (a. Telli)

dişlerimin hepsini çektirsem genç görünür müyüm acaba???

**dişçilerden nefret etmeme sebep olacak şahane 2 gün geçiriyorum, bir sebeb bir sonuca bu kadar uyar bir sonuç bir sebebe bu kadar mı yakışır... sağ tarafım, küçük bölge olmadığı için taraf diyorum çünkü damağımla başlayan ağrı yanağıma, yanağımla süren ağrı tüm kısmıma yayıldı ve kısmifelç dedikleri bu olsa gerek, aynaya baktığımda aynadaki yansımama ait olan görüntü tv yayınının siyah beyaz dönemini aratmayacak kadar renk yoksunu, zaten bir müddettir sıkıldığım yetmiyormuş gibi bu anlamsız ağrı da ek olarak canlı tuttu psikolojik gerginliğimi ve sonuc olarak hem psikolojik hem biyolojik hem de fizyolojik olarak gömütüm sevgilerrrrrr
*** bari bişeyler iyi gitse şu son zamanlardaki yaşadıklarımda, neşeli ol ki genç kalasın ne anlamlı bir velet şarkısıymış ama neşeli olacak bişii bulanlara tabi..
****bu yazılanlara, bana akıl ve yol göstermek babında comment yazacak olanlara yasal bir uyarım var sakın haaa!

Sunday, October 01, 2006

hikayeler anlatıldı...:)

ağustos böceğine olmuş, dötü donmuş ölmüş, öyle mi, ya da açılıktan:) vay be hiç haberimiz yok, böyle mi oluyor yani pandispanyanın üstüne krema sürünce halloluyor mu, ağustos böceğinin yıllarca 0- 12 yaş veletler tarafından aşağılanması yetmiyormuş gibi, bunun zorunuluğu boğuyor avustos böceeni, işte kendisi bu yüzden öldü, onun evi ve yeterince yiyeceği vardı da bir anlayanı yoktu, ben kendisinin insan kılığındaki temsilcisi olurum çünkü ben onu çok iyi anlıyorum, çalgıcılığın 5 para etmediği dönemde yaşadıysa suçu neydi allaşkına, türlü yavşaklıklarla zorbaca bize dayatılan pop hop top zırvalarını sittir edip kendisini tek başına sanatına verdiyse fena mı oldu, hayır kimileri sanatçı doğarmış o bunu farkedip böyle yaşadıysa bize, o hep söylenen üçüncünün hakkına düşeni, yapmak düşmez mi? ayrıca karınca çalışkandı çoğumuza göre ama sonuç nedir karınca sorarımm sana ne geçti eline, neyin var kuru dötünden başka, patron zengin etme sanatını başarıyla ifa ettin de ne oldu, cepler doldu ya senin cepte delik mi vardı bişii göremedik, masalın sonunda avustos böceenin ne oldunu biliyoz da seninle ilgili pek bilgiye ulaşamadık, mutlumuydun, o avustos böceenii kapı dışarı ettin ve yıllardır çeşitli veletlere örnek olacam diye onu kötü bellettin de ne oldu, sanatsız kalmış bir milletin bilmem hangi damarını kibirinle, kıskançlık tohumlarınla tıkadın da ne oldu, bak kendimize gelemedik, beynimizin ırzına geçiyorlar, duyularımızın duygusuyla ve algısıyla oynuyorlar kılın kıpırdamıyo, karıncaaa karnı kasılacaaa. mutlumusunnnn? olsan da olmasan da hayat damarlarımızdan birini kestin şimdi neyi değiştirebilin karınca kararınca senin yüzünden malum yaşdönümüm bir hata ile geçmiş, avustos böceee ne kadar önemli olduğunu anlıyorum, estetik önemli anlıyorum...
şimdi U2 nun"sunday bloody sunday" şarkısını işgüzar karıncalara armağan ediyorum, avustos böcee bilgeliğiyleee çünkü avustos böcee karıncaya kin gütmemiştir olsaydı bilirdik, lafontenden alırdık haberleri kendisi dedikoduyan bir şahsiyetti gerçi avustos böcaa medyatik değil nevrotik olmayı seçti, medyatik ve erotik olacağına deliliğe verip yaşar giderdi işte
üzgünüz avustos böceeee o şapşal 0-12 yaş grubu ve daha trajik olanı onlara bunuı böyle anlatan ... yaş grubu insanoğlu için üzgünüz

Saturday, September 30, 2006

Gülebilmez

seni kalbimde gezdirip her an eşkimiz bilmesin dedim hicran ala gözlü yarim menim kimse bilmir senin aşkınla ay aman ağladım güldüm gülebilmez gülüm bahar sensiz üreğim od tutup yanar sensiz dönmerem heç sözümden ey canan getme bir an heç gözümden ey canan senden ilham alar menim könlüm seni menden inan gözelim ayırmaz ölüm


*** ne güzel bir şarkıdır bu yahu,

Tuesday, September 26, 2006

ZİN-CİR-LE-ME-LER'in SO-NU!!


Ölüm!
Uyanıyorsun balkonundan gelen hava başka kokuyor, Gün herzamankinden başka, o başkalık, özlemi büyütüyor ve kalbine batıveriyor bişey,
eve dönüş! uzanıyorsun yatağına, başka kucaklıyor seni yatak uyuyorsun derinnnn, ertesi gün uyanamayacağını bilmeden ve bir hoşçakal diyemeden sevdiklerine gidiveriyorsun, yüzleşmesi en ağır ve en gerçek olgu işte ölüm..

ZİN-CİR-LE-ME-LER!

Gece yarısı perdem aralı,
Karanlık!
Başka evlerin kendi içlerinde başkalaşmış aydınlıını be
nleştiriyorum.. Bana ait olmayan birçok şey gibi bu aydınlık da midemi bulandırıyor. Biraz iyi geleceğine inandığım için açıyorum pencereyi...
Soğuk!
Perdeyi hareketlendiren bir esinti, üşüyorum. Hafızamı yokluyorum ve yanılmıyorum, bu sene hiç sıcak olmadı, olduysa da geç gelip erken gittiği için anlaşılmadı. Eylül akşamları bu kadar soğuk olmuyordu yoksa... geçip gidiyor iştee yakalayamadığımız,
Zaman!
Tik taklara hapsolmuş dilimler bütünü ve onlar için varolmuşcasına onlar gibi çabuk geçiyor, TİK TAK! TİK TAK! 28 yıl 28 zaman demek... Zaman, tik takların gayrimeşru çocuğu gibi... yarısı ayakta yarısı bitkisel hayatta (uuyykkuu) geçiyor ömür dediğimiz sanrısallarımız..
Uyku!
Yaşadığımı hissettiğim ama aynı zamanda öldüğüm zaman geçişi. Uykusamak, uyumak, uyumak ve uyumak, uyanış bir kahır, ızdırap, kayıp zamanlar toplamı. Beni yoksayan ya da kendimi yoksaydığım... sevmeyi [sev(il)meyi] ve onu özlüyorum ...
SevMek!
En son ne zaman sen oldum, en son ne zaman ben oldun. Sorulardan bize kalanlar... bu sorudan çıkan sonucun zamansal, dokunsal karşılığı, sen ya da ben olmanın çıkarımı, arta kalan milyonlarca biz, çokluk ve aslında kocaman bir
yalnızlık, bir intihar..
İntihar!
Vurgusu ağır ama gerçekliği yalın. Hayatla bir türlü kurulamayan bağın aniden kopması, vardan yoka sessiz bir adım işte, basit! Koşulların ve koşullandırılmaların sonucu. Yapay histeri, yalan kimlikler. Her kalabalık göremediklerine her ses duyamadıklarına dönüşüyor, ve artık daha gerçeksin tüm silikliğinle,
Ölüm!!!

Monday, September 25, 2006

pastırma sıcaklarını gören varmıııı?



pastırma sıcakları denir bişii vardı eskiden, kurutacak pastırmamızyok belki ama ısıtacak iliğimiz ve dışyüzeyi kemiğimiz var, bu yıl hiç d vitamini alamadım, gelişme sürecimi olumsuz etkiliyor bu durum, pastırma sıcaklarını özlüyoruz ben ve kayserililer, bugün sıcağı yoktu ama güneşi vardı aydınlandık belki yarın sıcağı da gelir...

Sunday, September 24, 2006

sebel ile yatmak! dudu ile uyumak:)




ara sıra sevgi yumağı olasımız gelir, aslında sevgi yumağıyız da bunu uykulara taşımak isteriz, benimle uyumak dud için eğlenceli çünkü uyumamak üzere her gidişimiz odaya, yorulunca kapanan gözlere engel olamaz dudu ve ben kısa süreliğine ayrılınca yanından döndüğümde karşılaştığım manzara
peki sebel bu yataan neresinde uyuyacak

Thursday, September 21, 2006

indirr şalteri


canım arkadaşım yunom söyledi bunu bana denemek üzere aldım tarifi, zor değil aslında sadece istemek ve ötelememk üzerine bir duruş aslı astarı, kimeleri için kaçış gibi belki ama zaten herbirimiz birşeylerden kaçarken çarpışmıuor muyuz! madem çarpışıp damı duvarı dağıtacaz ve bu çarpışmanın sonucunda kırık dökük anılar bırakacaz ve nefret doğuracaz ne gerek var kaçmaya, kıçımıza vuran topuklarımız yüzünden mosmor ve çürük bırakmadık mı kendisini ne gerek var, indir şalteri, beyninin doğurganlığını dondur bir süre, soru yok sorgulamak yok, ihtimaller yok, keşke işin en keyifli tarafı düşünmek yok, yok yok... e o zaman ben de bir süreliğine İNDİRİYORUMŞALTERİ

zamanı geldi aşkın ışığını gördüm

İtiraf ediyorum, önceleri sakladım, ne biliyim tepkilerden korktum, belki de gizli kaçamaklar tatlı geldi, bilmiyordum ki böyle olacaını, sonuclarını kestirebilsem başlar mıydm hiç? aslında uzun süredir vardı bir şekilde hayatımdaydı ama olmaz diyordum, onunla uzun süre olmaz, zarar verir, pahalıya malolur fekat yapamadım, istedim, sonra bir kez denedim, ama o bi kereler son kereleri bitirmedi, nereden bilebilirdim ki son kerelerin literatürümüze avuntu ifadesi olarak girebileceğini, herşey bir sonu hazırlıyordu yavaş yavaş, içindeki ışık beni cezbetti ve dedim ki daha fazla diretmenin anlamı yok kabul et ve yaşa, senin için uygun boyu boyuna vs vsine, söylemden geçemeyeceğim başlarda soğuk gelmişti ama bunu idealize edince irrasyonalize oldu (böle izis mizis edince çok bir tentel duruyor entelliğinden ötürü) ve değil soğuk gelmesi artık içimi ısıtıyordu, birbirimizi çok uzun zamandır tanıyorduk ki tanıştığımmız günü hatırlayamıyorum o kadar yani, lakin son zamanlarda vuku bulan aramızdaki bu yakınlaşma sanki yepyeni bir ilişkinin başlangıcını müjdeliyordu...
Şimdi bu ilişkiyi aileme anlatmalıydım, ama nasıl? ben onun ilk başlardaki soğukluğuna alıştım ki artık sıcacık, ailem alışabilecekmiydi, herşey beni gün gün bir kaosa ve çıkmaza sürüklüyordu, onunla olan ilişkimden dolayı hergün kilo alıyor ve bunu anlatamamanın verdiği tıkanıklıkla bedbaht oluyordum. Ama artık kararlıyım ne olacaksa olsun!
Ben bir süredir buzdolabıyla birlikteyim, bir süredir kendisiyle sevişiyoruz, benim sürekli almam ve vermemem üzerine kodlanmış bir ilişkimiz var, bunlar model model ve hergün çıtırları çıkıyor lakin ben sadece onu seviyorum ve bu seviyeli birlikteliğimizi ömürü billah devam ettirmeyi planlıyorum.
Buzdolabına yakın olan içindekilere yakın olur
yaşasın yiyeceklerin kardeşliği, kahrolsun light yem faşizanlığı!
insanlık onuru zayıflatılamaz!!! baskılar bizi yıldıramaz...

Monday, September 18, 2006

  • YıLdIzLaR


    gÖkYüZüNdE nE çOk yIlDıZ vAr

    bİrİ PaRlAk bİrİ ÜrKeK bİrİ YaLnIz dİğErİ SaNkİ bUrDa

    İçİmİzDe Ne çOk HıRsIz vAr

    bİrİ aLdI BeNi gÖtÜrDü, SoNrA sAtTı HeM dE YoK pAhAsInA

    aH Şu hIrSıZlAr

    hEr GeCe rÜYaMdA SeNiN KıLıĞıNdA dOlAşIrLaR

    aH KaRaNlIkLaR

    sEnİ BeNdEn sEnİ DüNdEn sEnİ GeRçEkLeRdEn kOrUrLaR

Saturday, September 02, 2006

balkabağı dersleri: özlü sözler 1


iki kişiinin bildiği sır değildir!
çünkü o iki kişi için mutlaka bir üçüncüleri o üçüncüler için de mutlaka ikincileri hep olacaktır.
sır olmayan herşey de kamu malı değildir!

not: fotograf zihni sinir web sayfasından alınmıştır tşkrlr

Tuesday, August 29, 2006

bir hindu dokunuşu 1 (4-5 ay önce hatırası)

...

akşamın kör vakitlerinde insaoğlu uyurken, teknolojiden gebe kalmak niyeeeee, özlemek niyeeeee, umut etmek, beklemek niyeeeee, her telefon çalışnda ilkokul tenefüs zili heyecanınnı yaşamak niyeeee...
ben okuldan nefret ederek büyüdüğüm için her zil çalışı kurtuluşa giden yoldu beim için, okulu sevmedim ben,çok zeki olduğumdan olsa gerek, dersler de çok sıkıcı gelirdi, 7 24 seven elevenler gibi, atmler gibi, hastane acilleri gibi, tekel büfeler gibi, hiç kapanmadan oyun oynamak isterdim, hatta ailem belki endişe ediyordu bu çocuk ya kötü yola düşer ya da apta olur diye, ama ben kötü yola düşmedim hiçbir zaman:))

Wednesday, August 16, 2006

aynı gece içinde 3 dinleniş 3 serzeniş 3 susuş ve sonuç 3 ayrı dokunuş...


Kötü bir akşam, aslında kötü bir günün devrettiği bir karanlık, arıyorsun yine, ne tuhaf... benim anladığım senin görmediğin bir derinlik var, benim derinliğim... arkaşlığıma ve dostluğuma ve kayıp olacak bana duyduğun üzüntüden bahsediyorsun, ama bir kaçak var burada benim duygu kaçağım senin anlam karmaşan ya da kaçağın... biz uzun ya da kısa bir arkadaşığın sonucu deildik. Soru işaretlerimizi ikimize ve yaşanmışlıklarımıza dair, bir biçimde cevaplara dönüştürmeye karar vermiş ve tanışmamızdan az bir süre sonra başlatmıştık adına ilişki dediğimiz bu kördüğümü.
HAtırlıyorum dediklerini " kokma, belki sen taşıyamayacaksın belki de ben, ama bilemeyiz....", geldiğimiz zamanda gördüğüm, taşınamayacak bir ağırlıktan söz edilemez ama yorulan sen oldun... biten heyecanların üzerine aldığın bir kararla dondurdun zamanı.

Bugün (17.08.06),
malum son konuşma, aradın, yaralandım...Ben arkadaş olamam, arkadaş ve dost olmak için yarım kalmışlıkları gözardı edemem.. Tüketemediğim bir şeyi öyle varsayıp seni hayatımda varedemem, eksik bir ilişkiyi diriltip, minik bir hareketle (mutasyona uğratıp) yaşatamam.... kaybetmek istemediğin dostlukla ilgili bir emek harcamamışken ben seni bende başkabir isimle varedemem...!

saat 02:00
Dikmen Şarabı, senin o herhangibir tarihte getirdiğin, içilmemiş ve birlikte içilmek üzere saklanmış -kırmızı (senin adından öte adın gibi al)... artık sen olmadığın için tek başına içilip, takvimini dolduran ilişkinin izlerini bir biçimde silmek adına açıyorum, bugünçinmiş... silemediğim mesajların da bugün için saklanmışlar, içtiğim her yudumda bir mesajını gönderiyorum hiçliklerime... baktığım son şişenin dibi oluyor, söyle bakalım nasıl bir arkadaşlık olabilir benden sana...

saat 04:00
artık herşey bir sonu netleştiriyor, şarap bitti, yazdıkların şarabı gömdüğüm yerdeler artık...
zor oldu, yaşamadığın ve bilemeyeceğin kadar zor, takvimi donduran sen oldun, bir ilişkinin bittiğine işaret eden...
yaşlarsa benim ve bana ait ne zaman istersem o zaman kurutacağım...
emin ol ki senin için zor olanın bende bir karşılığı yok, zor adına yakışır olmalı deil mi?

hissettiklerim benim için tehlikeli belki de, bana düşen basit ama acıtan bir "hoşçakal" dillendirişi...

boğulmakla nefessiz kalmak



boğulmakla, nefessiz kalmak arası bir hal bu ayrılış, konuşmak istemek ama düğümlenenlerle başedememek, nedir boğulmakla nefessiz kalmaya sebep... basit ama o basitlik kendi içinde parçalanıyor ve o her parça aynı anda bogazdan geçip bir an önce sindirilmeyi bekleyen zehirden de acı, zor ki ne zor... sevmekle sevmemek arası her gidiş geliş, her soru, dibine gömülmek oluyormuş şimdi şimdi anlıyorum, ayrıılk sevdaya dahil mi bilmiyorum ki dahilse de bu sanırım karşılıklı olmuyor. Bir taraf için cevap hep evetken diğeri için kocaman bir boşluk oluyormuş... özlemek bir tarafın, bir ilişkiden kalan bedeli gibi, hesabıma bu düşüyor. Bir ayrılığın bu kadar üzebileceğini düşünmezken, su başımı aşmış, boğulduğum su kendi gözyaşlarım oluyor. Teselliler hep birbirinin aynı, geçecek, üzülme, ama aslında tüm canlıoğlu için sonuç aynı, hüzünün dili evrensel ve ağlamak her dilde ortak...
biten heyecanlar...
Son bir kez sarılıp uyur ve uyanıklık arası geçen bir saat, bir ilişki takvimini doldurduğuna işaret ederken, kalan teselli oluyor, madem bitiyorsa ve takvimler sonu işaretdiyorsa son sarılış belki de bi teselli ya da ... uzun ve uzun sarılış,
şimdi hatırlıyorum işte, zamanla unutacağıma verdiğim sözle.. özlemek ne zaman geçer ya da ne zaman biter bilmyorum, bildiğim zaman, acı ve yorgunum...

...03:39...şarap... sen ve hiçlik üzerine ARİF!!!



Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini..

Thursday, August 10, 2006

köprü, yol, mesafe ve uçurum


ne çok yol var, köprüler uzun yolların tesellisi gibi, bir köprüyü geçince kalanların hesabından bir teselli çıkar,uzak dediğin bu köprüyle kısalır.benim ona onun bana köprüleri var, ben sevmeye başladım bu yolculuğu,özgürlük olmasa da adının anlamı, kırmızı özgürleşmeye gebe değil mi... (şubat 2006)...

köprüleri geçtik, bizi yaklaştıran (yaklaştırdığını düşündüğüm) yollar, büyük bir uçurum olmuştu, bizi bizden uzaklaştıran, ben köprüleri geçtim ama benim her geçişim sana eklenen mesafelere dönüştü, benim eksilttiğim o yollar sende çoğaldı, tam yaklaştım derken bir adımımda farkettim o uçurumu, uzun yolların tesellisi olduğuna inandığım köprülerse çoktan yıkılmışlar... bir köprüyü geçince kalanların hesabından matematik sınıfta kalıyor, artık hesap yok, sen ... ben ...

(Ağustos 2006)

h ş ç k l

Saturday, July 29, 2006

benim köprüm


uykularım uykularına karışsın
uyandığımda senin ruyanda bulayım kendimi
ne düşlüyorsan benimle ilgili gördülerinde yaşayayım
uykuların uykularıma karışsın
seveyim seni uzun uzun
en uzun vakitlerinde varolayım

Tuesday, June 13, 2006

Döndüm döndünüz döndüler... gordüm gorenler var gördülerrrr

son sayım ıcın tum hazırlıklar tamamlandı..
3 2 1 .....
ve
yurda varış
aslında hıc o kadar da kolay olmadı yanı
3 2 1
deyınce o hızla varılamadı ama netıcede 24 saatlık ucus acısı da o kadar kolay atlatılmasa gerekti...

Thursday, June 01, 2006

evde oturan neden olur

ben aslinda soyle demistim, evde oturan olur, aslinda ben dememistim cingenelrin yerlesik olmayan kulturlerinden (yerlesik hayatlari olmadiklari icin) elimizde kalan tek atasozleri, ben bunu gezme tozma ve sokak supurgeligi isini basariyla ifa ettigim icin kendime yakistirmistim ve hala da yakistirmisimdir yani bana yakisir, gezmek hali ustumde $ik durur, rugzardan dagilan saclar, gezmekten bitap dusmus herhangi biryerlere sizma hali ve akabinde gelen uykuya karsi eller yukari savunmasizlik hali, sonra hadi daha yetmedi diye aksamina kadar anasini aglatma halleri, (gezmenin kendi icinde cesitlilige ayrilan halleri yalin hali pek benim ilgilendigim hali olmuyor) bu arada yenik dusen gezme partnerlerine karsilik yeni partnerler edinip bu eylemliligi devam ettirme cabasi ve azmi...
bilenler bilir ben gezdikce acilan, gezmelere doymayan bir varligim ole acayip bisii yani hani yoruldum da accik durayimgillerden degilim. gezdim ama yetmezgillerdenim bunda babamin surgun hayatinin etkisi buyuk (surgun dedigimiz o prangalilardan degil, devletin cok sevdigi memuruna reva gordugu turden)... uzun sure bir yerde kalamiyorum, kalmak mecburiyetindeysem de eger ivedi az kalmaya ozen gosteriyorum, slklntiliyim ustlerinize afiyet...
bittii.

Tuesday, May 23, 2006

canda can olmak


hayatta kimlerin ne kadar cani oldum kimbilir, coookkk o kadar cok ki sevilmek ve can olmak cok guzel ama bir can var ki benim canimdan iceri, el kadar bir kiz, el kadar...
en guzel onun caninda can olmak..
havucum prensesim herseyim...
http://konusamam.blogspot.com/2006/05/keke-herkes-senin-baktm-gzlerle.html

sinameki ayrikotu, osurukotu (karin agrisi)






sinameki gibi karin agrisi olacagina,

ayrikotu gibi karinagrisi ol

osurukotu gibi hukmun ol(ur)sun

not: yusemcim, konustuk ya bole bi yazim dedim...:`)

HAPYIM HAPYSIN HAPYLERR




BENI MERAK EDENLER VARMIS, BU KIZ BUNALIM BUNALIM YAZIYOR MANYAK MIDIR NEDIR, HEM GEZIYOR HEM DE HALA BUNALIM, ONA BUNALIM DENMEZ, YUKSEK DOZDA HASSASIYETINI AKTARIMI ACIKLI DENIR, OYSA BEN NE KADAR MES`UT VE BAHTIYARIM, BENI TANIMIYORLAR SANKI, EVET BIRAZ DELILIK MEVCUT DA KIM AKILLI KI BENIM DELILIGIM KARSISINDA YETERSIZ KALSIN,
EYYY MERAKLARINA ENGEL OLAMAYANLA EY SIBO DEYIP DE BUNCA ZAMAN BENI TANIYAMAYANLAR, IYIIM YAHU IYI
BUNALIM YAZAR DELI GIBI GEZERIM, EVDE OTURAN OLUR DIYE BOSUNA DEGIL YANI..CINGENELERI SEVIYORUM DUNYANIN EN CANLI RENKLERI ONLAR DEGIL MI,...

h a v u s t r a l y a



ey uzak diyarlarrdan guzelliklerden aboriginal memleketlerden cagdas ingiliz mimarisine selamlarrrr
bitiyor iste, 3 aylik gezmelerden kalan hatiralar...

harbour bridge, opera house ve ingilizlerin yillar boyunca suclulari gonderdikleri surgun yeri cezaevi binasi, kimse kacamasin diye okyanusun ortasina koymuslar, malum kopekbalilari...

son sayim basladi

her guzel sey bitermis, sevismek iki dakika, gezmek 3 ay...
ama diyorum ki iste bulamayanlar da var... sira guney amerikada... bekle beni kuba arjantin sili peru ve CHE...

Thursday, May 18, 2006

K A D I N L A R


kadinlar, kanli tarihlerin cileli yuzlei, olu ya da diri... en acizi dusmanin saldiran ki kadinlara, kadinlar yuzyillarin, akli kisa, eksik etek, sopaya ve sipaya tabi ettirilen omurlerinde, en agirina surulen yasamin, en acisindan kor gibi yapistirilan bagirlarina, anne, abla, baci, kiz cocugu, kafasina vurulan, kundaktakinden, topraktakine hic bakilmadan tek bir damlasina yasinin, utanmazca ve arsizca pislik dolu salyalarini akitarak yaptiklari herbir atakta herturlu akilalmaz iskencelerine maruz birakilan ve seyirlik bir mal gibi atilip, itilip kakilan kadinlar...
savaslarin en acimasiz sahnelerine fiilen suruklenen, en agir yaralarina layik gorulen kadinlar...
namusunuz diye asagiladiginiz, tore diye hor gordugunuz, terk ettiginiz kadinlar...
sizin kadinlariniz????

...
...
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılar tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öksüz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:korkunç ve mübarek elleriince,
küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda ışıltısında yer saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
...
...
n. hikmet
(sevdigim siiri yazmak istedim altina, en dogrusu bakislarin, en iyi anlatilmis tarafiyla)

Tuesday, May 09, 2006

yalnizlik zerine bir deyis

yalnizlik insanin yalin hali
oyle bir yalinlik ki...

Sunday, May 07, 2006

baktim gordum, sanki buyudum

Bakinirken etrafima,
birden sonsuzlukta bir yerlerde
ne kadar kucuk kaldigimi gordum
bir yerlere koyamadim kendimi,
neresindeydim hayatin goremedim
arkadaslarim yavastan dagilmaya basladilar
ben buyurken
yalnizlasmaya yaklastigimi gordum,
hayallerimden uzaklasinca
sonra...
sonrasi iyilik saglik
gidenlerin tesellisi kalanlar oldu iste...

Thursday, May 04, 2006

28e dogru yasdonumume dogru 2

Kendi hayallerime yaptigim bir yolculukta bir firtinsyls yirtilsn yelkenlimi tamir etmeye calisirken buldum kendimi.. Bir sure ertelemem gerekiyordu herseyi cunku gemim olmadan yol alamazdim, yoluma devam edemezdim..Ben erteledigimde zamani donduramadigimi gordum... Sen hayati ertliyorsan eger zaman da seni erteliyorve beklemiyormus, ogrendim. Simdi gemim ruzgarla degil gazla calisiyor ve cok uzun zaman ilerlemiyor. Gazi bittigi yerde durunca ters bir ruzgarlatekrar karaya vuruyor...
Ruzgarla calistigi zamanlarda 20~ li yaslardadim, ruzgar savuruyor, yalpaliyor ama nedense gunes hic batmadigi icin umut veriyordu. Umudun isigiyla ve inancla, ruzgarin da yardimiyla gidiyordu yelkenlim… Ta ki firtina onu devirene kadar.. Baktim zamana hala 20li yaslarda ama biraz daha ortalamisken zamani (25) ne yandan geldigini kestiremedigim ruzgar once yelkenlimi sonar beni kirdi. Tammir edildi ama enerjisini degistirdi. Gazla da gitmiyor iste…
Bn simdilerde 28` e az kala vakitleride, onume koydugumda tek tek bilesenlerimi hayata dair, formulde bir eksiklik goruyorum. O gordugum eksikligi yenileriyle cogaltiyorum ve cikardigim sonucu herseyle carpiyorum da hicbirseyden cikarip eksiltemiyorum ya da onunla carptigim her sey kocaman bir sifir oluyor v eve o sifir matematikte oldugu gibi yutuyor herseyi, tum formulasyon kocaman bir yutan elemana gebe kaliyor. (Matematik de yeniliyor boylece)
28`imdeyim bir kac gun sonra ben sevmedim bu yasi.. Kendime bakiyorum, ayaklarimin altindan kayan zamana bakiyorum, geldigim yeri kendimle carpiyorum,kocaman bir boslukta yutuyor sonuc beni… 1-0 yenik..
Yeni yolculuklar icin cok eskiydi gemim, ruzgara, firtinaya dayanmaz dediler, bense gidebilirim sandim. 28. kilometrede bir firtinayla ortada kaldim, kocaman bir denizen ortasinda, okyanusa acilmadan yirtilan yelkenllim icin umut yoktu. Benim kurtulup onumdeki uzun yollar icin yeniden bir gemi insaa etmem gerekiyordu, cunku okyanus sinsuz ve cekici ve kesfedilecek binbir harikalarla doluydu. Ihtiyacim olan tek sey inanc ve guvendi. Bense bunlardan o kadar yoksundum ki…
Mutlu olmam gerekiyorken bu en guzel baharinda omrumun, mutsuzdum iste… Ozledigim bir suru seye gidemiyordum. Ozlemlere gitmek icin yolculugun geriye dogru yapilmasi gerekiyordu ki bu reel bir bakis acisiyla mumkun gorunmuyordu. Ozlediklerim gecmiste birer ani olarak hafizamin raflarinda gerektiginde cikarilmak uzere kaldirildilar ve bud a boylece bitti

28e dogru yasdonumume dogru

28 e ne kadar az kaldi,
oysa hic bana sormadi zaman, istiyor muyum diye
icimde 28 tane mum yaniyor,
bu zamana kadar katettigim yolunmatematiksel hesabindan cikan sonuc,
adima kesilen fatura...
ama benim yatiracak param yok
cunku 28 e tekabul etmiyor yasanmisliklarim, bana cok fazla
itiraz hakkim diye pesinden kostugum zaman
coktan buharlasip yogunlasmis,
su damlalari tipki yagmur gibi inmisti bile...
hayallerime yaptigim yolculukta,
bir firtinayla yirtilan yelkenlimi tamir etmeye calisirken,
erteledigim zaman beni bosvermisti.
yelkenlimi tamir etmistim ama
bir zamanlar ruzgarla calisan gemim
gazla hareket etmeye baslamisti,
eskiden ruzgar savuruyor, yonumu bulamiyorum derken
gazin bittigi yerde, ters ruzgarla karaya vuruyordum
cunku sunu cok iyi biliyordum
gazla hicbir yere gidemezdim...
Bakinirken etrafima, birden
sonsuzlukta bir yerlerde ne kadar kucuk kaldigimi gordum
bir yerlere koyamadim kendimi,
neresindeydim hayatin goremedim
arkadaslarim yavastan dagilmaya basladilar ben buyurken
yalnizlasmaya yaklastigimi gordum,
hayallerimden uzaklasinca
sonra...
sonrasi iyilik saglik
gidenlerin tesellisi kalanlar oldu iste...

PINHANI

YALNIZ KALDIYSAN KALKIP PENCEREDENDEN BIR BAK
GUNES ACMIS MI, YAGMUR DUSMUS MU
DON BAK DUNYAYA
HERKES GITMISSE, SAKINCE ARKANA DON BIR BAK
DOSTUN KALMIS MI ASKIN SOLMUS MU
DON BIR BAK DUNYA YA

BIR SONBAHAR KADAR YALNIZ
BIR KIS KADAR SAVUNMASIZ
YA DA ILKBAHARSAN, YOLUN BASINDAYSAN
ASLA VAZGECME!!!

pinhani`nin yuregine saglik

Thursday, April 27, 2006

sonbahardan ilkbahara gonderdiklerim.




simdi hepimiz ayri yerlerde, baska bir iklimin hafif soklarini atlatmaya calisiyoruz... her iki kurede de bahar gecisi kirik oluyor, neylersin... bahar baska bir sevdiriyor kendini, baska kucakliyor insani...? simdi ben sonbahardayim ya biraz kirik geciyor bazi gunlerim, hazan mevsimi huzun getirirmis ya ondan sanirim, yorgun hissettirmesi de ondan...
sizin yarimkurede yeni yeni acarken gozlerini hayata bahar dallari burada gozlerini coktan yummaya basladi, dokuyor birer birer yapraklarini, oralarda aska duserken herbir parcaniz buralarda kirik atiyor kalpler, dusururken dallar yapraklarini teker teker...
sonbahardan ilkbahara merhaba!!!

Wednesday, April 26, 2006

Monday, April 17, 2006

sessizlik, yalnizlik, gozyasi


simdi sonunu goremedigim bir otoyoldayim, otoyol dedigim bir yigin sessizlik, uzun zaman biriktirilmis bir yalnizlik, bir soluk aliyorum, yol kadar sonsuz, sessiz ve aci bir yalnizligi cekiyorum icime, agirlasiyor hersey, tutamiyorum, avcumu aciyorum dokulenleri topluyorum, topladiklarimdan bir avuc huzun kaliyor geriye sonra o da kayiyor birer birer avcumdan tutamiyorum...

Saturday, April 15, 2006

ne zaman............



ne zaman gelir?
ne zaman arar?
ne zaman anar?
ne zaman anlar
ne zaman hatirlar?
ne zaman bilir?
ne zaman gorur?
ne zaman gelirse o zaman.........

okyanus yalnizligin aci dalgasi

" okyanus yalnizligin aci dalgasi, oyle bir dalga ki sarhostan beter ediyor insani"
elimi uzatsam okyanusta kayboluyorum
kayip bir yolcuyum artik
pesim sira izler siliniyor,
hava soguyor, karanliginda boguluyorum
elimi uzatsam sonsuz derinligine gomuluyorum
isimsiz bir yolcuyum artik
taniyanlar birer birer gitmis
bir ben bir de ben kalmisiz
sorular izden, cevaplar ? den ibaret
hicbir karsiligi kalmamis dilde
sesler kaybolmaya baslamis artik susuyorum.
aglamak her dilde ayni yasi mi akitiyor
oyleyse aglamak guzel diyorum,
dokulenler heryerde sancili olsa bile
tesellisi her dilde ortak zorlanmiyorum

Thursday, April 13, 2006

G E L I R G E L M E Z




Gelir mi gelmez mi, gelir mi gelmez mi
Gelmez mi gelir mi
Gelmezse gelmez, Gelirse GORUR

MEKTUP 2 hasretler ayrilikla mi ayriliklar hasretle mi baslar?


Nasilim? 24 saatlik bir ucus mesafesinden, uzak kalmak tum sevdiklerine
nasil anlatilir bilmiyorum, bir gurbetci psikolojisini daha net anlayabiliyorum ki bu seyahat yerlesik olmayacagi halde... Yabanci muzik dinlemek bile zul geliyor, iyi ki diyorum, mp3 calarima turkce yuklemisim...Buradaki kitaplar bile bir garip, sanki en guzel kitap bizde yaziliyor, en zevkli kapak grafikleri bizdeymis gibi geliyor. Evet cok guzel bir ulke ama sunu anliyor insan, gercekten mecbur kalinmdikca yasanmiyor baska bir ulkede, illede anladigin anlasabildigin ve seninle ayni dili konusan insanlar olsun istiyorsun... Yeterince ozgur degilsen tatilin de bir
anlami yok, para cok evrensel bir kaygi, gebe birakiyor insani... O kadar onemli ki, tasin topragin ve yasadigin doganin seninle ayni dili konustugunu bilmek... Slkildiginda kendini biraktigin doga derdini paylasiyor seninle... Oturdugun bankta izledigin deniz derdini paylasiyor, teselli oluyor her bir parcasina senden akan... Yaslandigin agac daha bir baska kucakliyor seni... Burada, gidip suraya uzansam dedigin cimler kicina batacakmis gibi hissediyorsun, belki de en temel sorun bir banka oturdugunda yanina oturan herhangibiriyle keyifli sohbet edemiyor olman, o sohbeti goturebilecek bir iletisim yolu olan dili bilmemen... Burasi zaman
zaman, bebekte bir yaliya misafirllige gitmissin de saga sola donmekten
hareket etmekten yoksunmussun, bir hareketinle bulundugun yerde siritacakmissin
gibi bir hisse sahip kiliyor seni.. memleketimde oyle mi heryeri pislik
goturdugu icin bi kenarini da ben pisletmisim cok mu siariyla (ne demekse) rahat
rahat yayilabiliyorsun vah benim fakir memleketimmmm, saldim cayira otlaya
karnin doyura akabinde mevlam kayira... Tum bunlarin yaninda en guzeli su ki insanlar guler yuzlu, herkes birbirine gunaydin diyor hal hatir ediyor, mevlanayi iyi anlamislar da haberleri yok kimdir bu mevlana... En cok neyi ozluyor inssan diye sormustum kendime. Cikmadan once bilinmiyor bunun yaniti. Alistigin tas toprak degil, sevdiklerin diyorsun ya oyle degilmis... Elini uzattiginda okyanusta kaybolmayacaksin...ben elimi uzatiyorum okyanusta kayip bir yolcu oluyorum. bunlar ozlemin aynadan yansiyanlari diger yaniyla tarifi mumkun degil turist olmanin gezgin
olmanin keyfi ( hos ne gezginligi), her dilde ortak bir tanima karsilik geliyor
degil mi kesif... evliya celebiyi anlamak buradan basliyor:))

MEKTUP 1 En Cok Neyi Ozler Insan Uzaktayken?


En cok neyi ozluyor insan? Cikmadan once bilmiyor, alistigin tas toprak
degil, sevdiklerin diyorsun ya... oyle degilmis... Oralardan cikis kurtulus
gibi geliyor ama degilmis…Cok mecbur kalman gerekiyor, baska caren olmamasi demek gibi bisii. ya da 2-3 yilligina kisa gidisler ama yakin uzaklara, elini uzattiginda
okyanuslarda kaybolmayacaksin... Bir amacin olacak, okul mesela en guzel amac ve
daha genc olacaksin, 28 ine girmeden yapacaksin ve de {kilpayi kurtardik:)}
Buralarda yasam kalitesi cok yuksek, insanlar mutlu, emek karsiligini
goruyor... Ama iste bir ama ki kocaman bir bosluk.. Bu kadar refahin
icinde genclik burda da olu... Dunyadan bi haber yasiyorlar, o kadar rahatlar ki baska bir dunyadan haberleri yok, bolluk icinde yasiyorlar ve o kadar hazir ki onlar icin heresy az otelerindeki savastan, acliktan olen insanlardan vs vs vs haberleri yok varsa bile o duyarlarini duyarsizlastirmis gibiler. seks para ve luks yasamdan baska sorunlari ve sorumluluklari yok sanki...
Bir yaniyla tuhaf bir denge var burada ama o da sanirim yavas yavas
bozulmya basliyor ki bu dengeyi bozan da maalesef yeni nesil, neyse
ne diyordum, tuhaf bir denge var, gordugum ve yasadigim iki ornek
arasinda, burada insanlar birbirinden nefret etmiyor ve kimse kimsenin kuyusunu kazmaya calismiyor. Herkesin birbirine ve yaptilarina saygisi var... O kadar karisik, turlu cesit millet var ki kimsede kompleks yok. Farkinda yasiyorlar. 72 millet 72 si de birbiriyle barisik. Lakin bu genis salondan baska bir odaya gecip pencereden baktigimda karsilastigim obur manzaradan sunlar akiyor birer birer, ayni cografya icinde yuzyillardir birbirlerinin canini acitmaya yemin etmis, burnunu olur olmaz herseye soktugu icin pislikten kurtulmayan, birak saygiyi tahammulun anlamini icerigini ve karsiligini hafizasindan ve literaturunden bir daha asla geri gelmemek uzere cikarmis guruh... Kiymetini, kiymetimizi bilmiyoruz...
Burasi tarihi ve kulturel zenginligi olmayan bir ulke, tarihsel ve
kulturel kaynaklarin deniz oldugu bir ulkeden geldigim icin buradakilerin tarih diye korudugu seyler bir yandan gulduruyor, bir yandan aglatiyor bir yandan da kizdiriyor beni. 1800 lu yillara tarih diyorlar gerci kucumsenmeyecek gibi tarih iste ama benim canimi acitan baslangici ve sonu belli olmayan uygarliklar tarihinin besigi memleketimde birak korumayi ki zaten ne oldugundan haberimiz yok, tarih dedigimiz zaman hatirladiklarimiz icler acisi, hakikaten can yakici siddette. Burdakiler koruma altina aldiklari buluntularin ustune (ne buluntu ama) ali ile aysenin ask maceralarini kazimiyorlar, aradaki fark bu iste, bizde o kadar cok ki birine zarar versek ne olsa baskasi var diyoruz ama bir mirasi yavas yavas avuclarimizda eritoyoruz, gecmis olsun herkese...

zaman zaman ozlemler ele vuruyor boyle dile geliyor iste... herzaman ayni yogunlukta hissettirmiyor

Monday, April 10, 2006

koala, okaliptus ve ben


Nasil uykum var, okoliptusun govdesinde hayat bulsun ruyalarim...

Uzak Kadar Uzak


NE kadar uzak? Uzak Kadar uzak, gordugum yerler gormedigim kadar guzel, baska guzellikler cografyasindan, vahsi bir cografyadan, ehlilestirilmis baska bir karaya yaptigim yolculuk... Vahsiligini cografyasindan degil, laf anlamaz soz bilmez cizgi film karakterlerinden alan, yasadiklarinin karsisinda gercek mi saka mi oldugunu alayamadigin turden memleketimin hali... vardigim uzak boyle bir uzak iste guzel sasirtici ve saka yok, baska uzaklara acilacak yelkenlileri(mi) tamir ediyorum...