Thursday, December 29, 2005

Küçük beyaz otobüs hapı!

Biliyor musunuz bilmiyorum ama benim tecrübem çok. Küçükken seyahat etmek, şehiriçi-şehirlerarası farketmez azaptı benim için. "HADİ" ünlemini duyduğum anda başlardım morarmaya, bir sarhoşluk hali, kalp sıkışmaları, ağır bir bulantının geleceğini haber veren artçı bulantılar. Nasıl olacak, nasıl geçecek şimdi kaygısı...Yola çıktığımız ilk 5 km' de ağlamaya başlayan bir evlat ve mütemadiyyen sorulan" daha çok var mı sorusu ve bu soruya kaçamakta olsa verilmeyen cevaplar... Nasıl bir cevabı olsun ki daha 10 dk bile olmamış, az kaldı deseler yalan, çok var deseler yalan. Hezimet o ilk 5 km den sonra başlıyor tabi... Çıkaracak bir şey kalmamacasına kusma, öğürme ve ağlama krizleri. Benim gibi bir memur çocuğu için lüks bir durum bu ...3 yılda bir yerimizi kazımaya başlıyorlar ve biz ordan oraya sürükleniyoruz. Az buz da değil, bölgelerarası sürgünüz. Bu sebeple düzelmem gerekiyordu, alışmam gerekiyordu; ama o zamanlar küçük olduğum için atamalara idrak edemiyor mecburen icap ediyordum
İşte bu yolculuklardan biri ve bu biri hepsinin tekrarı gibi... Her çeşme başı durulur, sibel anne ve babası tarafından düzenlenen bir dizi hayata döndürme operasyonuyla hayata döndürüldükten sonra terar devam edilir.
Arabalar aynı o eski türk filmlerindeki gibi minibüs desen değil midibüs desen değil, bir türlü hiçbir ayar tutamayan araçlardan. Varış noktasına kadar bin bir işkenceye maruz kaldığın türden, mazot sigara ve insan kokusu, hoplaya zıplaya bir yolculuk...lar............
Beş kişi yolda bir evlat ağrı yaralı, sürekli ağlıyor ve kusuyor, o yüzden küçükken silik bir tiptim, bilinmezdim pek çünkü sorulan soruları dinlemeye ve cevaplamaya vakit olmuyordu kusmaktan ve öğürmekten. İğrenç ve kötü bir nostalji ama bu bir sibel ritüeli yazmadan olmazdı. Nasıl düzeldim bilmiyorum ama oldu, çok uzun sürdü ama oldu.
Babamın her atama haberininin arkasından gelen toplanma ve taşınma eylemi ile beraber, beni oradaki aile dostlarına bırakmalarını ve beni unutmalarını umut edip, gitmektense kaderime razı olup kalmayı tercih edebilecek kadar şuursuz ve koma halinde geçiyordu yolculuklarım.. Ağlama ve kusma krizlerim annemin göğsüne yatmam ve uyumamla son buluyordu. Bitti mi bitmedi... Ben gittiğim yerde de mutlu olamıyordum çünkü bu acı gidişlerin acı bir dönüşü olacaktı, ben geliş aşamasını atlattığım ilk gün itibariyle dönüş yolunu nasıl az hasarsız atlatırımın planlarını yapıyordum ama nafile aynı sibel aynı yol, yapacak bişey yok.
O yüzden otobüslerde satılan keskin nane aromalı beyaz şekerlerden ve küçük beyaz otobüs haplarından nefret ediyordum ve hala o küçük beyaz otobüs haplarından ne zaman görsem hafızamın derinliklerinden hortlayan bir kabus gibi, bulantılara ve o keskin mazot+sigara+insan karışımından oluşan ve herhangi bir dilde karşılığı olmayan kokuya (kanlı canlı) gark oluyorum. Sonuç olarak beyazın en illet hali hap ve şeker biçimine sokulmuş hali oluyor benim için...

4 comments:

uNut said...

araya reklam alsaydın bare!!!!!

hephercokhic said...

sen yazmışsın. ben hatırladım. güzel olmuş, hafızana sağlık:)

su said...

beni mi hatırladın neyse darha bitmedi tembellik kuşattı neylersin

barbarosvos said...

Vay Sibelim, neler çekmişsin... Bilinmeyene her yolculuk bilinmeyene yapılan gizli bir seyaht gibidir derler. Seni nerelere götüreceğini bilemezsin. Ama olacakları karşılamak için hazır ve nazır olmak gerekmez mi? Böylelikle yolculuklar seni başka dünyalara da götürebilir fazlalarını hayatına katarak. Neyse sustum ben...